Bu bahar tatilimin 5 günün İstanbul’da, geri kalan 5 günü de İspanya’nın kuzey kıyısındaki Bilboa şehrinde geçirdim. Adını duymamış olabilirsiniz, benim öğrenmem bile uzun zaman aldı. Hep bir Bilboa diyeceğim tutuyordu nedense… Sonunda öğrenmekle kalmadım gezdim de! Neden bu şehir diyeceksiniz eminim ki. Bunun sebebi Bilbao’nun yakın arkadaşım Angi’nin memleketi olması. Uzun zamandır gelmemi istiyordu tatil olunca bir şeyler ayarlamaya çalıştık. Üstelik bu sadece bir gezi değildi, aynı zamanda Angi’nin geç doğum günü partisini yaptık.

Guggenheim müzesinin önünden
Öncelikle şöyle başlamam gerek, şehir küçük bir şehir ancak çok güzel planlanmış. O kadar güzel bir planlama var ki sokaklarında araba ile gezerken bir lego şehrinde gibi hissettim. Şehri turistik bir yer yapmak istemişler, bu sebeple şehirden geçen nehrin kenarında Guggenheim adında özellikle mimarisi ile çok ünlü bir müze bulunuyor. İçerisinde çoğunlukla modern sanat eserleri var, benim için oldukça ilgi çekiciydi. İlk günde bu müzeyi gezdik ardından Bilbaolular’ın günlük yaşamında yer alan bir şey yaptık, sokak aralarında yer alan bir bardan bira ve pintxo (pinço diye okunuyor) söyleyip keyif yaptık. Bu pintxo denilen şey küçük kanepeler gibi, her barda farklı çeşitleri bulunuyor.

Küçük kasabaların birinden
Bilbao hakkında öğrendiğim bazı şeyleri sizinle paylaşmak istiyorum. Öncelikle bu şehir İspanya’nın Bask bölgesinde bulunuyor, bu grup bir azınlık ve İspanyolca’dan farklı bir dil konuşuyorlar. Katalan’ın tersine bu dil bambaşka bir dil, İspanyolca ile alakası bile yok. Bilbao’da çoğu şeyi iki dilde de görüyorsunuz. Eskiden bir sanayi şehri olan bu küçük şehir belediye başkanlarının çabası ile güvenli ve sevimli bir turistik şehir olmuş. Şehrin merkezinde yaşayanların yanı sıra merkeze 10-20 dakika uzaklıkta kasabalarda da yaşayan bir halk da var. Bu kasabalar eskiden bir ailenin sahip olduğu küçük bölgelermiş, çoğu orta çağdan kalma.
Bu şehirde gece hayatı da bir ayrı. Önce gece kulübüne gidip damganızı alıyorsunuz sonrasında bir parkta içmeye gidiyorsunuz! Normalde toplum içinde içmek yasakmış ancak oranın gençleri böyle yapıyorsa biliyorlardır diye düşünüyorum. Kulüplerde genelde İspanyolca müzik çalıyor, bu tarz müziklere Reggaeton deniyor bu arada.
Eğer arabanız varsa Bilbao çevresi de gezilebilir. 1 saat uzaklıkta San Sebastian adlı bir şehir var. Deniz kıyısında muhteşem bir şehir. Sıcak havada yüzmeye de gelinebilir! Buradaki küçük, eski sokaklarda gezip alışveriş yapmak çok keyifliydi. Buranın geleneği sayılabilecek şey ise bu sokaklardaki bardan bara gidip açık büfelerini denemek, çok ilginç lezzetler bulunuyor.
Yine araba ile sahili gezdik, Sopela denen bölgede harika plajlar var tam fotoğraflık. Yol üzerinde ilginç bir lokantada bulunduk, adı Txacoli Simon. Masanıza küçük ızgaralar getiriyorlar, orada kendi etini pişiriyorsun. Yediğim en güzel etlerden biriydi. Ayrıca burada Morcilla adına bir geleneksel İspanyol yemeği denedim, siyah bir rengi var ve içinde pirinç bulunuyor. Bana tadı iç pilav gibi geldi. Meğerse sonra öğrendim ki rengi veren domuz kanıymış..! Fransa’da da Escargo yani salyangoz denemiştim, maksat deneyim olsun deyim çok takmadım.
Tattığım güzel şeyler de oldu, mesela Angi’nin anneannesinin elinden geleneksel Paella tattım, bu İspanyolların özel pilavı. İçinde farklı şeyler olabiliyor, bu yediğimde karides, tavuk ve balık vardı. Anneanne eli deyince ayrı da bir güzel oluyormuş!
Gittiğimiz her restoranda barda köpekler vardı, tabi ben mest oldum. Bilen biri ile gezmek ayrı da bir keyifli oluyormuş, onlara giderken lokumumu, türk kahvemi, Türk malı havlumu götürmeyi ihmal etmedim. Bir de nazar boncuklu bileklik hediye ettim arkadaşıma, babası Rum olduğu için anladı ne olduğunu, meğer aynı onlarda da varmış ancak “mati” diye.
Bu tarz seyahatleri herkes tatmalı, öğrenmek ve deneyim edinmek için en güzel yol. Umarım bu rehberi/anıları eğlenceli ve yararlı bulmuşsunuzdur.
Bakalım bir dahaki rehber nereden?