Türkiye’de kadın hakları hakkında her gün konuşuyoruz ama feminist deyince kafalar karışıyor. “Feminist” olmak demek 2 cinsiyetin de eşit olması için savaşmak demek ve işte bu yüzden sadece kadınlar değil, hepimiz feminist olmalıyız.
Türkiye’de yaşayan her kadın sadece kadın olduğu için haksızlığa uğradığını hissetmiştir. Bu haksızlık çok farklı seviyelerde olabilir. Mesela ne yazık ki her gün haberlerde olan kadın cinayetleri, tecavüzler ve şiddet. Ancak bu haksızlıklar daha küçük de olabilir, karşılaştığımız “sen kadınsın, anlamazsın”lar, rahatsız eden bakışlar, tacize giren mesajlar… Ve en üzücü tarafı bunların ne kadar erken başladığı çoğu kız için. Çoğumuz daha yetişkin olmadan tanışıyor bu gerçekle, bazen sokakta, bazen okulda, evde veya internette…
Feminizm bu gerçeği değiştirmek istiyor. Kadınların yaşadığı problemleri ortadan kaldırmak için eşitlik istiyor. Hepimiz eşit haklara sahibiz diyor. Bir kadın olarak bunu desteklemek zaten olması gereken.

Ancak feminizm erkeklere karşı değil, bu belki de en yanlış bilinen yanlarından. “Feminazi” gibi terimlere maruz kalan bu ideoloji aslında erkeklerin uğradığı psikolojik şiddete de karşı. Erkeklerin hayatını zorlaştıran “toksik erkeklik” feminizmin yok etmeye çalıştığı bir konsept.
Aslında toksik erkeklik dediğimiz erkeklere dayatılan davranışlar. “Erkekler ağlamaz”, “erkek adam kavgadan kaçmaz” gibi cümleler erkekleri bir şekilde olmaya itiyor. Duygularını, hatta homoseksüeller için aşklarını, yaşayamıyor, ilgi duydukları alanlara yönelemiyorlar. Bir erkeğin “kadınsı” (bunu tırnak içinde yazıyorum çünkü kadınsılık terimi de toplum tarafından yaratılmış bir dayatma) olması inanılmaz utanç verici görülüyor.
Bu stigmaların altında kadına bir nefret yatıyor. Erkeklerin birbirlerini utandırmak için etek veya sütyen takması mesela. Ya da küçük bir çocuğun annesinin ayakkabılarını denemesinin ayıplanması. Hatta gey bir erkeğin “kadın gibi” bir erkekle beraber olmasının iğrenç görülmesi. Hepsinin altında kadın veya kadın benzeri olmanın kötü algılanması var. Hepimiz bir kadından gelirken ne kadar ironik değil mi?

Bunun yanı sıra cinsiyetlere verilen sorumluluklar da iki taraf için de yıkıcı. Erkek eve yemek/para getirsin, kadın beklesin çocuk baksın… Cinsiyetlere verilen bu roller sebebi ile kadınlar hayatlarını yaşayamıyor, çalışamıyor, eğitim göremiyorlar. O kadar pasif görülüyorlar ki objeleştiriliyorlar. Sanki evde bir saksı gibi… Erkekler ise paylaşılması gereken bir sorumluluk altında eziliyor ve ne yazık ki ailesini doyuramadığı için intihar eden, suç işleyen babaları haberlerde görüyoruz.
Kadının objeleştirilmesi cinsellikte de karşımıza çıkıyor. Kadın sahip olunan bir şey gibi görünüyor. Aynı zamanda bir çarşaf, bir araba gibi “yeni” veya “el değmemiş” olması bekleniyor; örnek verdiğim 2 şeyin de obje olduğuna dikkat çekmek isterim.
Tüm anlattıklarımla gelmek istediğim nokta şu: Kadınlar ve erkekler eşittir. Renkler ve kıyafetler cinsiyetsizdir ve onlara verilen anlamlar toplumun yarattığı dayatmalardır. Ne zamanki yaşadığımız toplumda bu eşitlik sağlanabilecek o zaman iki cinsiyet için de dünya daha güzel olacak. İşte bu yüzden hepimiz feminist olmalıyız.